Ali Rıza Ersoy: Her Unvanda Bir Yıldız Doğurarak Başarılı Olmak
Kısaca profesyonel hayatınızdan ve profesyonel hayat dışında kalan zamanınızı nasıl değerlendirdiğinizden bahseder misiniz?
Tarsus Amerikan Koleji mezunuyum, arkasından İTÜ Elektronik Haberleşme bölümünü bitirdim. Sonrasında Viyana Teknik Üniversitesi’nde Uygulamalı Elektronik Bölümünü de bitirerek elektronik konusunda iki üniversite bitirmiş oldum. Viyana’daki eğitimim aynı zamanda master yerine de geçtiği için Yüksek Elektronik Mühendisi unvanı almış oldum. Viyana’da okurken dört yıl boyunca Viyana Teknik Üniversitesi Araştırma Laboratuarı’nda araştırma asistanı olarak görev yaptım. Hem iş hayatı hem de akademik hayatı bir arada yürütmeye çalıştım. Doktora çalışmasına başlamama rağmen İzmir ve Aydın çocuğu olarak güneşi ve memleketimi özlediğim için geri dönme kararı aldım. Beş yıl Viyana’da geçen güneşsiz günlerden sonra İzmir’e geri döndüm. 1985-1993 yılları arasında İzmir’de Siemens Tıp Çözümleri Bölümü’nde satış mühendisi olarak görev aldım. Ardından 1997’den 2002’ye kadar aynı bölümün satış ve pazarlama direktörlüğünü yaptım. 2002’de ise operasyonel hayattan kurumsal hayata geçiş yaparak Kurumsal İnsan Kaynakları Direktörlüğü görevini dört yıl yürüttüm. Ardından Siemens Business Services A.Ş.’nin Genel Müdürlük görevini devraldım. Dört yıl bu görevi yürüttükten sora kısa bir dönem şirketin AR-GE yöneticiliğini sürdürdüm. Bir dönem de şirketin Satın Alma Departmanı’nın yöneticiliğini sürdürdüm. Son olarak yaklaşık bir buçuk senedir Siemens’de Genel Müdür Yardımcılığı pozisyonunu sürdürüyorum.
Siemens’e 26 yıl hizmet veren bir yönetici olarak Siemens’i bize nasıl anlatırsınız?
Öncelikle burayı artık evim gibi çalışanları da ailem gibi görüyorum. Siemens’in tarihçesinden biraz bahsetmem gerekirse; 160 yıllık bir şirket ve ilk kez Osmanlı ile ilişkisi Ergani Bakır İşletmeleri ile başlıyor. Arkasından Babı-Ali ile Dolmabahçe Sarayı arasındaki yani hükümetle padişah arasındaki ilk telgraf hattını kuruyor. Osmanlı döneminde ilk dinamoyu kuruyor ve oradan elde ettiği elektrikle Beyoğlu Pera’nın elektrik aydınlatmalarını yapıyor. Cumhuriyet döneminde troleybüslerin kuruluşu, ilk radyo ve televizyon istasyonu gibi Türkiye’nin elektrik ve elektronik alanındaki ilk gelişimlerinin öncüsü ve okul şirketi olmuştur. Benim doğduğum yılda 1957’de ise Kartal’da şu an içinde bulunduğumuz tesisi kuruyor. Cumhuriyet Dönemi’nin ilk yabancı sermayeli üretim tesisi olarak tarihe geçiyor. Siemens 54 yıldır Türkiye’de ve ben de yaklaşık 26 yıldır bu şirketteyim. Beraberce büyüdük ve geliştik. Siemens ilk ve son şirketim; 26 yılda 9 ayrı departmanda ve 11 ayrı pozisyonda çalıştım.
Farklı bir deneyim yaşamak ister miydiniz?
Bu kadar uzun süre aynı işi yapar durumda olsaydım bunun ilginç bir yanı olmazdı. Ama benim şansım şu oldu. 26 yıllık bir sürede 11 ayrı pozisyonda değişik işler yapmışsanız bunun ortalaması 2,5 yıla yaklaşıyor. Dolayısıyla 2,5 yıllık süreçlerde farklı sektörlerde, farklı dünyalarda, farklı pozisyonlarda iş yapma şansını yakaladım. Bunların büyük çoğunluğu yöneticilik pozisyonu ama sektörleri, müşterileri, cihazları, hizmetleri, çözümleri farklı… Dolayısıyla bu kadar çok işi aynı şirkette değiştiren şanslı insanlardan biri olduğumu düşünüyorum. Çünkü hiç sıkılmaya zamanım olmadı.
Bu kadar çok pozisyonda görev almak ve hepsinde başarılı olmak kolay olmasa gerek?
İnsan Kaynakları gözüyle baktığımda bir çalışanın ister aynı şirkette isterse farklı şirketlerdeki ömrünün minimum 3 yıl ama maksimumda 5 yıl olması gerektiğini düşünüyorum. Üçüncü yıldan sonra insan sıkılmaya ve şirkete ilave bir katkı bulmakta zorlanmaya başlıyor. 5 yıla kadar bu süreyi makul karşılıyorum; fakat beşinci yıldan sonra çalışan aynı pozisyonda işini zenginleştirmeden, farklılaştırmadan aynı işi yapıyorsa artık o çalışanın vadesi dolmuştur. Bu çalışan aynı şirket içinde farklı bir pozisyonda görevlendirilmeli ki doğrusu da budur. Ama eğer aynı şirket içinde görevlendirilemiyorsa kişi kendisine yeni ufuklar aramak da haklı hale gelir. Değişik seçeneklerin olduğu büyük şirketlerde çalışanlar bu konuda çok daha şanslı.
Sizce Türkiye’de şirket yönetimleri İK’yı stratejik bir ortak olarak görüp yeterince destekliyor mu?
Bu konu yılların gündem maddesidir. Ama gittikçe daha rahat ve keyifli konuşmaya başlıyoruz. Bir şirketin en büyük varlığı insan’dır. Kurumsallaşan aile şirketleri de bunu artık daha net görebiliyorlar. Dolayısıyla bir şirketin en büyük varlığı, her sabah şirkete gelip, her akşam gidiyorsa, yani orada kurulu bir makine gibi değil de beyniyle, yaratıcılığıyla, tecrübesiyle, zekasıyla, hızlı problem çözme kabiliyetiyle işe değer katıyorsa şirket tüm enerjisini insan değerinin üzerine yönlendirmeli. Çünkü bu kıymetli beyinler, her an işten ayrılıp, kendisine daha iyi ortamlar sunan başka yerlere geçebilir. Bu durumda İnsan Kaynakları departmanının üzerine çok iş düşüyor. Şirketlerde CEO ve Genel Müdürün en yakın dostu İnsan Kaynakları Yöneticisi olmalıdır. Bunu anlayan Genel Müdürler çok ciddi aşama kaydediyorlar. Ama bunu tam değerlendiremeyen tepe yöneticiler ise kaybetmeye mahkum. 26 yıllık iş hayatımda bunu çok net gördüm.
Tarsus Amerikan Koleji mezunuyum, arkasından İTÜ Elektronik Haberleşme bölümünü bitirdim. Sonrasında Viyana Teknik Üniversitesi’nde Uygulamalı Elektronik Bölümünü de bitirerek elektronik konusunda iki üniversite bitirmiş oldum. Viyana’daki eğitimim aynı zamanda master yerine de geçtiği için Yüksek Elektronik Mühendisi unvanı almış oldum. Viyana’da okurken dört yıl boyunca Viyana Teknik Üniversitesi Araştırma Laboratuarı’nda araştırma asistanı olarak görev yaptım. Hem iş hayatı hem de akademik hayatı bir arada yürütmeye çalıştım. Doktora çalışmasına başlamama rağmen İzmir ve Aydın çocuğu olarak güneşi ve memleketimi özlediğim için geri dönme kararı aldım. Beş yıl Viyana’da geçen güneşsiz günlerden sonra İzmir’e geri döndüm. 1985-1993 yılları arasında İzmir’de Siemens Tıp Çözümleri Bölümü’nde satış mühendisi olarak görev aldım. Ardından 1997’den 2002’ye kadar aynı bölümün satış ve pazarlama direktörlüğünü yaptım. 2002’de ise operasyonel hayattan kurumsal hayata geçiş yaparak Kurumsal İnsan Kaynakları Direktörlüğü görevini dört yıl yürüttüm. Ardından Siemens Business Services A.Ş.’nin Genel Müdürlük görevini devraldım. Dört yıl bu görevi yürüttükten sora kısa bir dönem şirketin AR-GE yöneticiliğini sürdürdüm. Bir dönem de şirketin Satın Alma Departmanı’nın yöneticiliğini sürdürdüm. Son olarak yaklaşık bir buçuk senedir Siemens’de Genel Müdür Yardımcılığı pozisyonunu sürdürüyorum.
Siemens’e 26 yıl hizmet veren bir yönetici olarak Siemens’i bize nasıl anlatırsınız?
Öncelikle burayı artık evim gibi çalışanları da ailem gibi görüyorum. Siemens’in tarihçesinden biraz bahsetmem gerekirse; 160 yıllık bir şirket ve ilk kez Osmanlı ile ilişkisi Ergani Bakır İşletmeleri ile başlıyor. Arkasından Babı-Ali ile Dolmabahçe Sarayı arasındaki yani hükümetle padişah arasındaki ilk telgraf hattını kuruyor. Osmanlı döneminde ilk dinamoyu kuruyor ve oradan elde ettiği elektrikle Beyoğlu Pera’nın elektrik aydınlatmalarını yapıyor. Cumhuriyet döneminde troleybüslerin kuruluşu, ilk radyo ve televizyon istasyonu gibi Türkiye’nin elektrik ve elektronik alanındaki ilk gelişimlerinin öncüsü ve okul şirketi olmuştur. Benim doğduğum yılda 1957’de ise Kartal’da şu an içinde bulunduğumuz tesisi kuruyor. Cumhuriyet Dönemi’nin ilk yabancı sermayeli üretim tesisi olarak tarihe geçiyor. Siemens 54 yıldır Türkiye’de ve ben de yaklaşık 26 yıldır bu şirketteyim. Beraberce büyüdük ve geliştik. Siemens ilk ve son şirketim; 26 yılda 9 ayrı departmanda ve 11 ayrı pozisyonda çalıştım.
Farklı bir deneyim yaşamak ister miydiniz?
Bu kadar uzun süre aynı işi yapar durumda olsaydım bunun ilginç bir yanı olmazdı. Ama benim şansım şu oldu. 26 yıllık bir sürede 11 ayrı pozisyonda değişik işler yapmışsanız bunun ortalaması 2,5 yıla yaklaşıyor. Dolayısıyla 2,5 yıllık süreçlerde farklı sektörlerde, farklı dünyalarda, farklı pozisyonlarda iş yapma şansını yakaladım. Bunların büyük çoğunluğu yöneticilik pozisyonu ama sektörleri, müşterileri, cihazları, hizmetleri, çözümleri farklı… Dolayısıyla bu kadar çok işi aynı şirkette değiştiren şanslı insanlardan biri olduğumu düşünüyorum. Çünkü hiç sıkılmaya zamanım olmadı.
Bu kadar çok pozisyonda görev almak ve hepsinde başarılı olmak kolay olmasa gerek?
İnsan Kaynakları gözüyle baktığımda bir çalışanın ister aynı şirkette isterse farklı şirketlerdeki ömrünün minimum 3 yıl ama maksimumda 5 yıl olması gerektiğini düşünüyorum. Üçüncü yıldan sonra insan sıkılmaya ve şirkete ilave bir katkı bulmakta zorlanmaya başlıyor. 5 yıla kadar bu süreyi makul karşılıyorum; fakat beşinci yıldan sonra çalışan aynı pozisyonda işini zenginleştirmeden, farklılaştırmadan aynı işi yapıyorsa artık o çalışanın vadesi dolmuştur. Bu çalışan aynı şirket içinde farklı bir pozisyonda görevlendirilmeli ki doğrusu da budur. Ama eğer aynı şirket içinde görevlendirilemiyorsa kişi kendisine yeni ufuklar aramak da haklı hale gelir. Değişik seçeneklerin olduğu büyük şirketlerde çalışanlar bu konuda çok daha şanslı.
Sizce Türkiye’de şirket yönetimleri İK’yı stratejik bir ortak olarak görüp yeterince destekliyor mu?
Bu konu yılların gündem maddesidir. Ama gittikçe daha rahat ve keyifli konuşmaya başlıyoruz. Bir şirketin en büyük varlığı insan’dır. Kurumsallaşan aile şirketleri de bunu artık daha net görebiliyorlar. Dolayısıyla bir şirketin en büyük varlığı, her sabah şirkete gelip, her akşam gidiyorsa, yani orada kurulu bir makine gibi değil de beyniyle, yaratıcılığıyla, tecrübesiyle, zekasıyla, hızlı problem çözme kabiliyetiyle işe değer katıyorsa şirket tüm enerjisini insan değerinin üzerine yönlendirmeli. Çünkü bu kıymetli beyinler, her an işten ayrılıp, kendisine daha iyi ortamlar sunan başka yerlere geçebilir. Bu durumda İnsan Kaynakları departmanının üzerine çok iş düşüyor. Şirketlerde CEO ve Genel Müdürün en yakın dostu İnsan Kaynakları Yöneticisi olmalıdır. Bunu anlayan Genel Müdürler çok ciddi aşama kaydediyorlar. Ama bunu tam değerlendiremeyen tepe yöneticiler ise kaybetmeye mahkum. 26 yıllık iş hayatımda bunu çok net gördüm.