Gazeteci ve yazar kimliğinizin yanı sıra uluslararası ödüller kazanan ünlü bir mimarsınız da. Bizlere kendinizden bahsedebilir misiniz?
Kimsenin bilmediği özelliklerim pek yok aslında. Her şeyimi gözler önünde yaşıyorum. Gazeteci ve yazar kimliğimin yanı sıra mimarım evet. Mimar olarak da bir düzine mimara mazi olacak kadar bina yaptım. Yaptığım binaları teker teker saymadım ama binlerce metrekare binayı planladım, gerçekleştirdim. Mimarlığa bayıla bayıla başladım. Hatta vaktiyle liseyi bitirdiğimiz zamanlar olan 1930’lu yıllarda ne okuyacağız diye düşünürdük hep. O zamanlar tıbbiye ve mülkiye daha çok tercih edilen mesleklerdi. Mimarlık sonrasında gelirdi. O devre iki okulu seçtim bir tanesi tıbbiye bir tanesi de mimarlık. Öncelikle tıbbiyeye kaydoldum. Zaten o zamanlar tıbbiyeye kaydolmak için mahalle muhtarından alınan imaver kağıdı yeterliydi. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine 5033 numara ile kaydoldum. Hala hatırlıyorum. Hekimlik saygıdeğer bir iştir. Hala saygıdeğer yanını seve seve iyilikle hatırlarım. Birde üstelik aradan yıllar geçtikten sonra tıbbiyeyle bir başka yakın ilişki içerisine girdim. Akciğer kanseri oldum, atlattım.
Yazarlığa nasıl başladınız?
İlk kitabımı 63 yaşımda yazdım. Şimdiye kadar 43 kitap kaleme aldım. Kitaplarımın hepsini elle yazarım. Daktiloda veya bilgisayarda da yazabilirim ama o şekilde yazmak bana samimi gelmiyor. Onun için seve seve yazdığım yazıları hep elle yazdım. Bilgisayar sinirime dokunuyor. Samimi olmayan bir tarafı var bilgisayarın.
İlk iş görüşmenizi hatırlıyor musunuz?
Mimarlık fakültesinde öğrenciyken İzmir’de bir Şarap Fabrikasında sürveyanlık yaptım. Belki önemli bir iş değildi ama heyecandan ellerim titreye titreye işe gittiğimi hatırlıyorum.
Günümüzde çalışma ortamları plazalara kaydı. Siz bir mimar gözüyle tarihi yapılarda çalışmayla, plazalarda çalışmayı karşılaştırabilir misiniz? Eski yaşam biçimlerini özlüyor musunuz?
Tarihi olup olmaması aslında önemli değil. Önemli olan insanlarla birlikte hangi şartlarda yaşadığındır. Gazeteci kimliğimle dünyanın beş kıtasını gezdim, yaşadım ama hala hayranlıkla, sevgiyle, saygıyla hatırladığım yer doğup büyüdüğüm Samatya’nın Narlıkapı Çıkmazı’dır. Biz orada komşularımızla birlikte huzur içinde yaşardık. En son bir sene önce ziyaret ettim, birkaç senede bir mutlaka giderim. Komşularımın hepsi gitti. Onlarla birlikte iç içe yaşardık. 40 senedir Etiler’de 12 dairelik bir apartmanda yaşıyorum. Sekiz komşumun yüzünü dahi görmedim. Günümüzde toplum hayatı bitti. Komşuluk bitti.
Rakı deyince akla siz geliyorsunuz. Sizce rakı nasıl içilir? Rakı içmenin adabı var mıdır?
Rakı içmek, içki içmek bir edep gerektirir. Terbiye gerektirir. Bütün içkiler birbirinin aynıdır. Çok kısa anlatacak olursam rakı adam gibi içilir. İçkinin yoldan çıkaran bir hali vardır. Ama içki yoldan çıkmaya zaten hazır olanı yoldan çıkarır. Yoksa yoldan çıkmaya direnen insanları yoldan çıkaramaz. Ve tabi içki deyince akla gelen insanlardan birisi benim. Böyle düşünmesinler diye uğraşmadım. Doğru yaşamayı öğrenemeyenler içkiden medet umarlar. Berbat tarafı budur işin.